22 Mart 2013 Cuma

ARGO



Argo - Go Fu*k Yourself!

Özet ve Kısa Bilgi

1979’da Şah'ın devrildiği İran devriminin en yoğun günlerinde, militanlar başkent Tahran’daki Amerikan Büyük Elçilik binasına girip 52 Amerikalıyı rehin alınması ile İran İslam Devrimi esnasında Tahran'da meydana gelen rehine krizi olayında, ABD büyük elçiliğinde bulunan ve Kanada Büyük elçiliğine kaçabilen 6 ABD'li diplomatın İran'dan kurtarmak için yapılan gizli operasyonu anlatmaktadır. Kaçırılma operasyonunun adı ‘Canadian Caper’ olarak adlandırılmıştır.

Filmin hem başrolünü (CIA ajanı Tony Mendez karakteri ile) hem yönetmenliğini üstlenen Ben Affleck’e; Alan Arkin, John Goodman, Kerry Bishé, Kyle Chandler, Rory Cochrane ve Christopher Denham gibi isimler eşlik ediyor.

Film, Antonio Mendez’in 1999'da yayımlanan CIA ajanı olarak deneyimlerini aktardığı  "Master in Disguise" adlı kitabının bazı bölümleri dramatize edilerek Chris Terrio tarafından senaryolaştırılmış.

Argo, 85. Akademi Ödülleri'nde En İyi Kurgu, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Film ödüllerini kazanmıştır. Üstelik Beyaz Saray'dan Michell Obama, Oscar salonuna bağlanarak en iyi film ödülünü açıklamıştı. Obama, "Bu yıl ödüle aday gösterilen filmler bizi güldürdü, ağlattı ve hepimizi birbirimize biraz daha yaklaştırdı" dedi. "Bu filmler, çok çalıştığımızda her türlü zorlukların üstesinden geleceğimizi gösterdi. Bu özellikle gençler için çok önemli. Her geçen gün sanata biraz daha bağlanarak, hayal dünyalarını geliştirmeyi biraz daha öğreniyor ve bu rüyaları gerçekleştirmek için çaba harcıyorlar" şeklinde konuşmuştu.



First Lady(!)’nin bu konuşmasına bakarak izleyici ‘ARGO’nun En İyi Film ödülünü almasına şaşırmamalı. Filmi sonuna kadar izleyebilenler göreceklerdir ki Amerika’nın her alanda olduğu gibi sinemasal açıdan da kendini övdüğü ve doğuyu öcüleştirdiği filmlerden biri Argo. (300 Spartalı veya Cennet’in Krallığı filmlerini hatırlayacak olursak)

İran halkı Hollywood sinemasında öcü, terörist, öfkeli halk olarak gösteriliyor. Argo filmine göstergebilimsel olarak bakıldığında, Hollywood’un bilim kurgu filmleri aracılığı ile İran ve benzeri ülkelere gönderme var.  Maymunlar cehennemi filminin ve Hollywood sinema stüdyolarının filmdeki kullanımı tesadüf değil. Bilim kurgu filmlerinde üstün teknoloji sahibi dünyayı kurtaran güzel ırk Amerikalıları temsil ederken, zalim, kötü, maymun uzaylı veya ucube olarak gösterilenler İslam ülkeleridir. Amerika, sakin, huzurlu, yaşam kalitesi yüksek, güçlü, modern bir ülke olarak resmedilirken, İslam ülkeleri ise tam tersi şekilde aktarılıyor. Ama filmin başında verilen bilgiler dikkate alınacak olursa Amerika’nın İslam ülkelerinin yönetimlerine karışarak yaptığını anlamak mümkün.

Filmde ‘1980 İstanbul’ diye gösterilen sahne de Sultan Ahmet Camii görüyoruz. Yine İslam vurgusu var. Tahran olarak gösterilen çoğu yerinde dikkatli izlendiğinde Ayasofya, Kapalı Çarşı gibi tanıdık görüntüleri ile İstanbul’da çekildiğini anlıyoruz.

Gerçek bir olayın kurgusu olan filmde Kanada’ya teşekkürlerini iletirken, esas kahramanın kendi CIA ajanı Antonio Mendez olduğunu da seyirciye aktarıyor.

Kıyafet, mekan ve dekora gösterilen özen ile dönemin ruhu seyirciye aktarılıyor. Seyirci, oyuncuların özenle seçildiği ve olayı yaşamış gerçek kişilere benzerlikleri için uğraşıldığını seziyor. Sepya tonlarındaki sıcak renk ton seçimi çöl iklimine uygun olarak seçildiği anlaşılıyor.

Hızlı kurgu ve sahne akışına sahip olmasına rağmen izleyici filmin yarısından sonra sıkılabiliyor. Başlangıçtaki storyboard ve döneme ait fotoğraflardan hazırlanmış animasyon ile anlatılan kısa bilgiler filme adaptasyonu sağlamak için kullanılmış. Filmin sonunda, olayı pekiştirmek ve gerçek olaydan kurgulandığını hatırlatmak için yine filmden kareler ve olay zamanına ait gerçek fotoğraflar kullanılmış.

Filmin son sahnesinde Tony Mendez huzurlu evine, eşine ve çocuğuna dönüyor. Oğlunun odasında pek çok bilim kurgu kahramanının oyuncaklarını görüyoruz. Tony Mendez, Argo’nun storyboard parçalarından birini onların arasına koyuyor. Bu sahne ile anlıyoruz ki diğer ülkeler ve orada yaşananlar ABD için macera, oyuncak, hatıradan başka bir şey değil.

Sonuç olarak; Argo klasik bir Hollywood filmi ve vermek istediği bir mesajı yok. Ülkesini ve kurumlarını övdüğü bir yapım. İzlemek isteyenlere filmin öne çıkan repliğini ve film üzerine düşüncemi aktarıyorum: “ARGO! Go F**k Yourself!”.

Killing Them Softly



Kibarca Öldürmek

Yerel bir çetenin yönettiği,  yüksek bahisli ve korumalı bir poker oyunu sırasında bir soygun meydana gelir. Soygunu gerçekleştirenler arkasında pek çok iz bırakır. Bu soygunu araştırmak ve gerçekleştirenleri öldürmek işi profesyonel bir kiralık katil olan Jackie Cogan’a verilir. Soğukkanlılığı ve acımasızlığı ile tanınan Jackie duygusal iletişimden hoşlanmadığı için işini 'temiz' ve 'kibarca' yapar. Jackie aynı zaman da yaşadığı ülkenin gerçek yüzünü görebilen bir adamdır.

Brad Pitt’in kariyerinde ilk kez kiralık katil rolünde yer aldığı film, eski Boston savcısı, yazar George V. Higgins’in “Cogan’s Trade” adlı romanından uyarlandı. Brad Pitt’e filmde Richard Jenkins, James Gandolfini ve Ray Liotta eşlik ediyor.



Açılış sekansında genç bir adamın tünel gibi bir yerden geçtiğini ve arada başkan adayı Barack Obama’nın halka seslendiğini görüyoruz. Burada izleyici anlıyor ki ülke de fırtına öncesi sessizlik hakim ve ülke bir geçiş sürecinde bulunuyor.

İzleyici, filmin, çete ve kiralık katil olgusundan çok vermek istediği mesajı daha ilk dakikalardan anlıyor. Film boyunca, araba radyosu ya da barlardaki TV’lerden verilen haberlerden veya billboardlardaki afişlerden, bir derdim var diye bağırıyor adeta. Hatta bu bilgilerin verilmediği düşünülse film, izleyici için ara sıra sıkıcı, zor ilerleyen ve anlamsız bir hal alabilirdi. Seyirciye, 2008 yılında gerçekleşen ABD başkan seçimi öncesi soygunun gerçekleştiği aktarılıyor.

Filmin esas vermek istediği mesajı, seyirci, filmin sonunda Brad Pitt’in canlandırdığı karakter sayesinde öğreniyor. Jackie karakteri ABD başkanın belirlendiği gece işini bitirmiş ve parasını alacak olmanın mutluluğu ile patlayan havai fişeklerin arasından bir bara gelir. Havai fişekler göstergebilimsel olarak hazza ve zafere işaret ediyor. Bu sırada yeni başkan Obama ilk konuşmasını yapıyor. “ Siyah, beyaz, Asyalı, gay, normal,kadın,erkek… Biz hiçbir zaman bireysel bir toplum olmadık. Hepimiz farklıyız ama hepimiz eşitiz. Biz her zaman Amerika Birleşik Devletleri olduk. Tek bir toplum, tek bir insan olduk. Demokrasi, özgürlük… Biz biriz.” Bardaki TV’den konuşmayı dinleyen Jackie yanındaki adama: “Güldürme beni. Ben Amerika’da yaşıyorum ve Amerika’da tek başınasın. Burası sadece ülke değil, burası aynı zamanda bir iş. Şimdi bana paramı öde.”

Jackie karakterinin bu sahnesi ile Amerikan rüyası diye bir şeyin gerçek olmadığını yönetmen seyirciye aktarıyor. Ekonominin kötü olduğu, kumar oyunlarının, çetelerin, silahlanmanın, uyuşturucunun ve alkolün yaygın sorunlar olduğu anlatılıyor. Bireylerin para için çeteleşip kumar oynan yerleri bile soyduğu vurgusu var. Mutsuz olan ve geçim sıkıntısı çeken yalnız bireylerin alkol ve uyuşturucuya yöneldiklerini de dile getiriyor. Aile ve evliliklerin filmlerde gösterildiği gibi olmadığını Mickey karakteri üzerinden aktarıyor. Yeraltı dünyasının bile birbirine girebildiğini ve orada da bir piyasa olduğunu hatta o an için durgun olduğunu söylemekten de geri durmuyor. Yani izleyiciye, Amerika’nın tek büyük güç, bir millet olduğunun sadece lafta olduğunu vurguluyor. Diğer Hollywood filmlerinde gösterildiği gibi herkes şahane evlerde oturup, lüks araba, süper kariyere sahip olmadığını bunların sadece senaryo olduğunu gözler önüne seriyor.

Çekimler filmin ruhuna uygun olarak dış sahnelerde kasvetli yağmurlu havada geçiyor. İç sahnelerde ise daha loş ışıklı mekanlar kullanılmış.

Film ismini, aslında soğukkanlı ve acımazsız bir katil olan Jackie’nin para uğruna, uzaktan, duygusal temasa girmeden işini yapmak istemesi, kibarca ve sessizce öldürme çabasından alıyor.

Meraklısının sabırla izleyip keyif alacağı bir yapım olan Kill Them Softly, hafta sonu için doğru seçim olabilir. Sanatla kalın…

15 Mart 2013 Cuma

Fotoğraf Akımları


 Fütürist Fotoğraf

Fütürizm (gelecekçilik) 20. yüzyılın başlarında İtalya’da doğmuş bir akımdır. İtalya sınırlarını çok fazla aşamamıştır. Sanata dinamizm yani hareket – hız getirmeyi amaçlayan ve ahengi güzelliği gereksiz sayan akımdır. İtalya’nın kötü günlerinden kurtulması ve geleneksel Roma etkisini kırmak amaçlanmıştır. Fotoğraf dalındaki en önemli temsilcisi,  Anton Giulio Bragaglia’dır.

Ekspresyonizm Fotoğraf


Ekspresyonizm yani ifadecilik, dışavurumculuktur. Sanatçı, görüneni olduğu gibi aktarmaz güçlü iç duygularını sanatına yansıtır. Abartı, çarpıtılmış biçim ve karamsarlık öne çıkan özellikleridir. Almanya’da gerçekçiliğe karşı olarak doğmuştur. Fotoğraf alanındaki temsilcileri; Hans Bellmer, Alfred Otto Wolfgang Schulze’dur. Hansbellmer ‘i sürrealist olarak da tanımlayanlar vardır.

Dadaizm Fotoğraf

Uluslararası özelliğe sahip ilk sanat hareketidir. I. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkmıştır. Savaşın barbarlığı, savaş sonrası ortamın yarattığı kargaşa olarak nitelendirilen akım daha sonra sürrealizmin habercisi olarak anılmıştır. Kapitalist sisteme ve onun yarattığı burjuva sınıfını yeren bir çizgileri vardır. Ayrıca erotizme ve estetiğe karşı bir akımdır. Fotoğraf alanındaki temsilcileri; Alfred Stieglitz, Raoul Hausmann.

Sürrealizm Fotoğraf

Dünya Savaşları sırasında gelişen bir sanat akımıdır. Bir diğer adı Gerçeküstücülük’tür. Kapitalist toplumun buhranını yansıtan akım, mantığı reddeder. Psikoloji, bilinçdışı, hayal gücü ve kişinin kendini çözümlemesini ön planda tutup eserlerini sunmuştur. Fotoğraf alanındaki önemli sanatçıları; Max Ernst, Dali de Chirico, Man Ray ve Laszlo Moholy – Nagy Edward Steichen.

3 Mart 2013 Pazar

Amour (Aşk)

Usta Michael Haneke’den “Aşk”

80’li yaşlardaki Georges ve Anne, Paris’te eski bir dairede yaşayan, emekli ve eğitimli iki müzik öğretmeni olan Fransız çifttir. Yaşları ilerlemiş olmasına rağmen hala birbirlerine aşık ve huzurlu, mutlu bir evlilikleri vardır. Birde kendileri gibi müzisyen ve çapkın bir müzisyen eşe sahip olan kızları Eva vardır.
Bir gün Anne, beynine giden damarlardan birinde kan pıhtılaşmasına bağlı olarak boyundan aşağısı felç olur. Georges sevgili karısına elinden geldiğince iyi bakar ama Anne iyileşmek istememekte ve bunun için hiçbir çaba göstermemektedir. Anne'nin durumu git gide kötüleşmektedir. Georges çareyi en sonunda iki ayrı hemşire tutmakta bulur. Fakat daha sonra eşinin çektiği acılara dayanamaz ve onu yastıkla boğarak öldürür.
Başrollerini Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva paylaşıyor. 2012 Cannes Film Festivali'nden Altın palmiye alan yapıt aynı zamanda ABD'de Ulusal Film Eleştirmenleri Topluluğu tarafından 2012 yılının en iyi film, filmin başrol oyuncusu Emmanuelle Riva'yı da en iyi kadın oyuncu seçti. “Amour”un Avusturyalı yönetmeni Michael Haneke ise en iyi yönetmen seçildi. 85. Oscar ödüllerinde ise “Amour” en iyi yabancı film ödülüne layık görüldü.

Film gerek uzun çekimleri, oyuncuyu takip eden ve değişmeyen açıları, gerekse müzik kullanılmayışı ile tam bir Fransız Yeni Dalga örneği oluşturuyor. CD çalardan müzik açılmadıkça veya evde piyano çalınmadıkça ya da klasik müzik konserine gidilmedikçe dış ses kullanılmamış. Bu yöntemler sayesinde izleyici kendini bir süre sonra o evin bir parçası gibi hissetmeye başlıyor. Yani olayları birebir gözetleyen bir yapıya bürünüyor. Bu açıdan bakıldığında film oldukça gerçekçi bir yapıya sahip olmakla birlikte Hollywood sineması gibi göz boyamaya çalışmadan izleyiciyi etkilemeyi başarıyor. Hollywood sineması bilindiği üzere güzel/yakışıklı yıldız oyuncular, grafiksel eklentiler, hızlı kurgu, teknolojik güzellikler, müzik ve doğaüstü konular ile daha hareketli ve ilgi çekicidir. Fakat sinema sanatı açısından sadece anlık bir doyuma ulaştırır. Film bittikten sonra ise üzerine düşünecek bir şeyler olmaz filmde reklamı yapılan markalara izleyici yönelir. Amour filminde ise Haneke, natural ve gerçekçi tarzı ile seyirciyi filme hapsettiği gibi günlerce üzerine düşünecek kadar etkilemeyi başarıyor. Yani usta Haneke insan psikolojisi üzerindeki tanrısal gücünü yineliyor.
Anne ve Georges’un sanata olan sevdasını pekiştirmek için klasik müzik, piyano, yağlı tablolar ve kitaplarla dolu salonları ön plana çıkarılmış. Eser, görsel ve işitsel olarak pek çok sanata doyum sağlıyor. Ve hayatın gerçeklerine…

Göstergebilimsel açıdan bakıldığında ise filmde Georges’un kabusu ve eve ışıklıktan giren güvercin kullanıldığını görüyoruz. Kabus her şeyin kötüye gideceğine dair bize ipucu veriyor. Güvercin ise Anne’in ölüm/özgürlüğünü temsil ediyor.  Georges, güvercin ilk eve girdiğinde onu dışarıya kovalıyor yani Anne’nın ölümünü def ediyor. İkinci kez eve girdiğinde ise Georges onu yakalayıp özgür bırakıyor ki bu da Anne’i boğarak öldürüp ruhunun özgürlüğe kavuşmasını temsil ediyor.  Tabi Georges’un yatalak eşi Anne’i öldürmesi iki şekilde de yorumlanabilir. Hayatının aşkı olan eşini çektiği acılardan kurtarıyor ya da kendini.  Filmin sonunda ise Anne’in hayali Georges’u alıp evden dışarıya çıkarıyor. Yani Georges eşine kavuşuyor.

Filmin mesajını Anne karakteri fotoğraf albümüne bakarken ağzından kaçırıveriyor; “hayat, uzun ve güzel”. Evet, hayat uzun ve bir gün herkes yaşlanıp bir şekilde ölecek. Peki, sizin yanınızda kim olacak? Siz olsanız ömrünüzü geçirdiğiniz eşinize sabırla bakar mısınız yoksa onu bakımevine mi terk edersiniz?  Acılarına rağmen hayatta yanınızda kalması için elinizden geleni yapar mısınız veya onun acı çekmesine dayanamayıp öldürür müsünüz? 

6 Şubat 2013 Çarşamba

ZİNCİRSİZ - DJANGO UNCHAİNED



Quentin Tarantino, vizyondaki son filmi “ZİNCİRSİZ”  zenci ırkçılığına kendi tarzı ile değiniyor. 

Amerikan İç Savaşı’ndan önce geçen hikayede; Köle Django’nun, Alman asıllı dişçi Dr.Schultz’un onu satın alıp özgürlüğünü vermesi ve bir süreliğine beraber ödül avcılığı yapıp para kazanmaları, ardından Django’nun eşi Broomhilda’yı bulma çalışmalarını konu alıyor.

Film; Jamie Foxx, Christoph Waltz, Leonardo DiCaprio,  Samuel  Jackson, Kerry  Washington gibi yıldız oyuncu kadrosu ile her zaman ki gibi göz kamaştırıyor.

Sinemanın dahi deli ve kendi tarzını oluşturmuş oyuncu, yönetmen, senaristti Quentin Tarantino; Django filminde ırkçılığa ve şiddete katlanamayan “Alman” Dr. Schultz karakteri en dikkat çekici karakterlerden biri. Samuel Jackson’ın canlandırdığı, beyaz adama itaatkar uşak rolü ise Dr. Schultz karakterinin karşıtını konumunda veriliyor. Hollywood klişelerinin aksine zenci karakter (Django) güçlü, yetenekli başkarakter iken, beyaz adam (Dr. Schultz) esprileri ve hareketleri ile filmi yumuşatan yardımcı karakter olarak veriliyor. Dr. Schultz’un Django’ya verdiği soy isim ise filmin vermek istediği mesajı aktarıyor; “Freeman” (Özgür Adam).

Film, müzik ve kan kullanımı ile “Ben, Tarantino’yum” diyor.  Açılış sahnesinden itibaren müzikler izleyici filme adapte ediyor. Tarantino, önce müzikleri bulup daha sonra onlara uygun sekans yazan bir sinema dehasıdır. Daha filmi izlerken izleyicinin aklından geçen –eve gidince ilk işim soundtrack’ini bulmak- oluyor. 
Tarantino der ki; Kan sadece renktir. Şiddet ve her yere fışkıran abartılı kan ile olan mizahi sahneleri izleyicinin beklentilerini fazlasıyla karşılıyor. Yani Tarantino, ondan beklendiği üzere izleyicisini renge doyuruyor.

Grafiksel ögelerinde ise PopArt akımının izleri belirgin.  Western tür içinde kült olan filmlere (iyi, kötü, çirkin vb) gönderme yapmayı da unutmuyor.

Tarantino filmlerinde kısa süreli rollerde görünmeyi seven bir yönetmen olarak yine bu geleneğini bozmuyor. Filmin sonuna doğru 2-3 dakika kadar kısa bir rolde çıkıyor bu sefer karşımıza. Kendini dinamitle havaya uçurmayı tercih edecek kadar çılgın bir minik rolü tercih etmiş.

Kendi tarzı oluşturmuş yönetmen Quentin Tarantino severleri ve klasik Hollywood filmlerinden sıkılmış farklı tatlar arayan izleyicileri oldukça tatmin edecek bir sinema filmi; Django Unchained.  Underground ve PopArt ile harmanlanmış lezzetli bir Western filmi sizi bekliyor.

KALPAZANLAR



 Bu hafta teknik çözümlemeyi tercih ettim. Maddeler halinde “Kalpazanlar” filmini ele alıyoruz.

Kamera Açısından Analiz

-Filmin başlangıcında sahil, deniz ve Sali Sorowitsch’i görürüz. Hava bulutlu ve karanlık, deniz ise dalgalıdır. Bir yandan denizi izlerken bir yandan da Sali’yi takip eder gibi gösterilir.
Bununla Sali’nin ruhsal durumu yani duygusal açıdan içinde kopan fırtınayı bastırmaya çalışması ve yalnızlığı anlatılmaya çalışılır. Sali’nin bu ruh halini yenmek için öfke ve acelecilikle çok fazla para harcayıp kumar oynaması açığa çıkarılır. Sali çok konuşmayan (hatta hiç konuşmayan) zengin ve kibirli biri olarak verilir.

-Kamera, Sali karakterini izleyiciye daha yakın tutar. İzleyici kendini Sali’nin yanında ya da arkasında onu takip ediyor gibi hisseder. Zilinski, Burger ve Komutan Herzog, Sali’ye kıyasla daha uzak verilir.

-Kamera seyirciyi Sali ile özdeşleştirilir çünkü kamera ile çok fazla pan ve kaydırma hareketi yapılır. Aynı zamanda kamera genellikle tripod kullanılmadığı ve omuzda çekim yapıldığı için titreşim halindedir. Bazen de öznel kamera açısı kullanılmıştır ve seyirci Sali’nin yerine geçer. Bir tek son sahnelerde Herzog’un öznelinden Sali’ye uzak durulur.

-Kameranın bakış açısı Sali karakterine genelde aynı kalır yani omuz çekim ve daha yakın çekimler kullanılarak izleyici onu takip ediyor gibi gösterir. Herzog’da değişmez bir bakış açısı yoktur. Yakın, uzak, öznel açılar kullanılmıştır. Burger ve Zilinski karakterlerinde ise boy, diz, bel çekim açıları kullanılmış. Kolya’da ise değişkendir yani hem yakın hem de uzak açılar vardır. Ss askerleri çoğunlukta bel çekimden yakın verilmiyor. Yahudi esirlere ise çok yakın çekim açısı ile yaraları vs. veriliyor.

-Kamera, filmsel mekanda Sali’yi sürekli takip halinde gösterir. İzleyici adeta Sali’nin yanında veya arkasında onu izlemektedir. Sali vazgeçilemeyen adam olarak verilir. Sali, diğer Yahudilerin yanında kahraman, ss askerinin yanında vazgeçilemeyen “pis” Yahudi olarak verilir. Tümüne baktığımızda ise Yahudi esirler hayatta kalmak için mecburen Alman ss askerine yardım eden, Alman ss askeri ise Yahudi esirlerin bir kısmına çıkar için azda olsa iyi davranmak zorunda olarak konumlandırılır.

-Tripod kullanılmadan omuzda yapılan çekimle oyuncuları izler gibi verdiğinden izleyiciyi direkt olarak mekana, kişilere adaptasyonunu sağlar.

-Sahneler, kameranın pan, tilt ve kaydırma hareketleri ile aynı zamanda çoğunlukta tripod kullanılmaması ve omuz çekimden kaynaklanan kameranın titreşimiyle dinamikleştirir.

-Kameranın kişi ve objelere bakışı, Yahudi esirleri ve Sali’yi destekler niteliktedir. Alman SS askerine karşı durmaktadır. Burger karşı ise çoğunlukta karşı durmakta ama filmin sonunda onu kahraman ilan ederek desteklemektedir.

-Kamera, izleyicileri sahnelere pan, tilt ve kaydırma hareketleri ile aynı zamanda çoğunlukta tripod kullanılmaması ve omuz çekimden kaynaklanan kameranın titreşimle filmdeki karakterleri, özellikle Sali’yi, takip eder ve böylece izleyiciyi sahneye dahil eder.

-İzleyici kamera sayesinde olaya direkt bakmaktadır. Sadece son sahnelerin birinde direkt Herzog’un gözünden bakar.

Aydınlatma Açısından Analiz

-Filmde yer ve zaman aydınlatma; gece ve gündüz ayrımı çok açık ve net olarak verilmiş. Gündüzleri 2. Dünya savaşının buhranını yansıtmak için genellikle az ışıkta çekilmiş yani hava bulutlu, yağmurlu olarak verilmiş. Geceleri ise ya dışarıdan içeriye yansıyan ışık ile içeride bulunan çalışma lambası veya odanın tavanındaki avize ışığı kullanılmış. Kontrastlık çok belirgin yani gölgeler genelde çok keskin. Renkler canlı değil yani mat ve pastel 1940’lı yılları ve 2. Dünya Savaşı yılları bu şekilde resmedilmiş.

-Filmin Yahudilerin basım hanede para bastıkları sahneler gündüz yatakhanede uyurken, dinlenirken ve eğlenirken ki sahneleri gecedir.

-Gündüzleri belirli bir dramatik ve anlatısal işleve bağlantılı olmayan filmin gece sahnelerinde ise bunun tam tersi gözlemleniyor. Sali geceleri el yeteneğini işlemeye devam eder. Gündüzleri özellikle bir dramatik veya anlatısal olarak verilen bir şey yoktur diyebiliriz ama karakterlerin çoğu gündüz sinir krizi geçiriyor. Ama kötü bir şeyler olduğunda gölgeler belirginleşiyor ortam veya karakter gölgeleniyor ya da tam tersi olaylar da aydınlatılıyor.

-Işık düzenlemesi buhranlı, sıkıntılı, sinir krizi geçirmeye yatkın ve dalgalı bir deniz gibi depresyona, ölüme yatkın ve melankolik bir ruh hali yaratıyor.

-Işık kişilerin ruh haline göre kullanılmış yani ruh hali iyi ise yüzü aydınlık, kötü ise karanlık ya da çok keskin bir şekilde gölgelendirilmiş.

-Koyla karakteri hastalığından dolayı daha çok karanlık mekanlarda görülüyor.

-Gölgeler daha çok ruh haline göre azalıyor veya çoğalıyor yani ruh hali iyi ise aydınlık ya da az gölge ruh hali kötü ise karanlık ve çok gölgeli olarak veriliyor karakterler.
İyi ve kötülüğü kesin karakterlerde de gölgeler ona göre kullanılmış yani esirleri döven ss askeri gölgeli verilirken, bunca zaman namusuyla iş yapan bir Yahudi esir ise hep aydınlık verilmiş. Ayrıca Koyla karakteri de verem olduğu için, ölüme yakın olduğu için genelde gölge ile karanlıkla verilmiş.

-Gölgeler daha çok kişilerin ve nesnelerin doğal ortamlarına göre kullanılmıştır, diyebiliriz fakat estetiksel açıdan da karakterlerin ruh hallerini yansıtmak için gölgeler zaman zaman arttırılmış.

Kurgu Açısından Analiz

-Sali’nin yakalandığı ve Alman SS askerlerince kalpazanlık yaptırılacağı toplama kampına gelişi tarih ile belirtiliyor fakat buraya geldikten sonra bir daha tarih verilmiyor. Bunun sebebi ise filmin sonunda savaşın bitmesi ile ne kadar uzun zamandır, Yahudilerin o kampta para bastıklarının farkında olmayışlarını anlatmak.

-Karakterlerin resmin dışında bir yere baktığı çekimler; Filmin ilk sahnesinde Salomon sahilde oturuyor ve ardından bir gazete sayfası gösteriliyor. Son sahneler de Sali, Herzog’a ya da diğer askere bakarken ardından Sali’nin eline bu kişilerin kırmızı defter verdiklerini görüyoruz.Bu çekimlerde kamera gözlemci bir pozisyon almıştır.

-Grafiksel öğeler tarihi ve yeri belirtmek için Salomon’un tutuklanışı ve toplama kampına götürüldüğü zaman yazı ve rakamla verilmiş.

Dekor Açısından Analiz

-Mekanlar ile ruhsal atmosfer arasındaki bağ; 2. Dünya Savaşı’nın bir grup Yahudi esirinin diğer esirlere Alman ss askerine yardım ettiği için toplama kampında daha iyi muamele gördüğü ve kimi esirin bu yüzden kendini ırkına ihanet ediyormuş gibi hissettiği bir ortam yaratılmış.

-Gösterilen mekanlar Alman ss askerlerinin Yahudi esirlere daha iyi muamele yapması beklentisini uyandırıyor. Orası bir toplama kampı olmasına rağmen seçilmiş esirler var ve askerler sahte para basılması için onlara mecbur durumdalar. Esirlerin ise oradan kurtulmaları ve ya hayatta kalmaları için para basma zorunlulukları var, beklentisini hissettiriyor.

-Dekor aracılığıyla filmin başında ve sonunda Salomon’un kıyafetleri ve bulunduğu yerler zenginlik belirtisidir. Ama toplama kampında koluna işlenen numara ise onun geçmişinin damgasıdır. Çok belirgin bir toplumsal kademeye rastlayamıyoruz. Toplumsal kademe olarak bakarsak eğer basım hanenin olduğu toplama kampta bulunan esirler ile diğer toplama kampında olan esirler arasında çok fark vardır. Basım hanedeki gruba ss askerlerinin ideolojik çıkarları yüzünden mecbur olması dolayısıyla daha iyi davranılmaktadır. Tamamen karşılıklı ve mecburi çıkar ilişkisine dayalı bir duyguyla bağlantısı vardır.

-Dekorda kullanılan unsurlar eylemde bulunan kişiyi zorunlu çıkar ilişkileri, hayatta kalma, alt üst ilişkisi ve meslekleri açısından karakterize ediyor, tanımlamada bulunuyor. Dekor oryantasyonu yeterince sağlıyor.

Ses Açısından Analiz

-Gürültülerin rolü üstelendiği rol; diğer esirlere yapılan zulümler gösterilmiyor sadece sesle veriliyor işin ciddiliğini anlatmak açısından anlatıyı destekliyor.

-Kolya’nın öldürülmesinden sonra gök gürültüsü ve yağmur sesi kullanılmış, onun ölümünü anlatmak, arkadaşlarının onun için üzüldüğünü göstermek için. Ve yine diğer esirlere yapılanların sadece işitilmesi (silah sesi,yalvarma sesi… vs) bu seçilmiş kalpazan grubu esirlerini hem korkutmak hem kendilerini şanslı saymak hem de kendilerini hain olarak görüp bu duygularını bastırmaya çalışmalarını anlatmaya destek olmuştur.

-Ses kişiyi karakterize etmekte kullanılıyor. Salomon, bu dışarıdan gelen diğer esirlerin sesleri karşısında vurdumduymaz gözüküp kimsenin zarar görmesini istemeyen biri olarak veriliyor. Burger ise bu sesler dolayısıyla kendini hain gibi görüyor ve yoldaşlarına yardım için para basımını protesto ediyor.

Müzik Açısından Analiz

-Müzik filmde çoğunlukta anlatıyı destekler nitelikte, durumlara ve karakterlerin ruh hallerine uygun müzik kullanılmıştır.

-Hedef kitleden ziyade o döneme ait müzikler kullanılmıştır. Zaten müziği çoğunlukta esirlerin motivasyonunu sağlamak için ss askerleri plaktan dinletmektedir.

-Belirli bir duyguyu uyandırmak için kişi ve olayların durumlarına göre onları destekler nitelikte müzikler seçilmiş. En önemlisi de, her şey yolundayken, ss askerlerinin gelip esirlere basım haneden makinelerin toplanıp çıkarılacağını söylendiği sahnede, şaşkınlık yaratmak için müziğin birden susmasıdır.

-Kolya’nın öldürüldüğü, Salomon’un ağladığı ve ardın Kolya’yı öldüren askerin bunu öteki esirlere anlatışı sahnesinde çalan müzik izleyici hüzünlendiriyor. Herzog’un paraları ve pasaportu alıp kaçmaya çalışırken Salomon’a yakalanışı sahnesinde çalan müzik ise izleyici tedirgin hissetmesine sebep oluyor. Savaşın bitmesi ve Yahudi esirlerin diğerlerini bulması, Salomon’un arkadaşını çaresizce kucağında taşıdığı sahneden kumarhane sahnesine geçerken kullanılan müzik ise(ki çoğunlukta bu müzik kullanılıyor) her şeyin bittiği ve geride kaldığını anlatıyor.

-Müzikal açıdan dramatik yükseliş; ss askerinin Kolya’ı öldürüldüğünü itiraf ettiği sahne ve son kamp sahnesinden kumarhane sahnesine geçiş ve onu takip eden sahildeki tango sahnesinde var.

-Filmde sürekli tekrar eden kılavuz bir müzik var. Çoğunlukta karakterlerin sıkıntılı, çaresiz, üzgün olduğu sahnelerde bu hallerini anlatmakta destekleyici olarak kullanılmış.

Özel Efektler Açısından Analiz

İlk sahnede denizden ıslanmış bir gazete kağıdı var ve üstünde “la guerre est finie” yani “savaş bitti” yazıyor. Bu bizi filmin gidişatı, konusu ve izlemekte olduğumuz Salomon hakkında bilgi veriyor.

29 Ocak 2013 Salı

"I'm Legend" - Ben Efsaneyim Çözümleme



Hollywood Filmlerinin Klişeleri


-Her meteor Amerika’yı vurur.
-Bütün uzaylılar her zaman Amerika'ya iner. 
-Herkes ölür bir Amerikalı kalır.
-Siyahi, komik, vurdumduymaz FBI ajanı ile beyaz, olgun, karizmatik, işini ciddiye alan -FBI ajanının yolları kesişir.
-Korku ya da aksiyon filminde bir amaç için savaşan ya da beraber bir yere ulaşmaya çalişan bir grup varsa bu grubun içinde bir tane zenci mutlaka olur. Kötü adam ya da yaratık bunları öldürüyorsa ilk ölen zencidir.
-Siyah ve beyazlar arasında aşk ilişkisine pek rastlanmaz. Eğer olur da olursa filmin konusu ırklar arasi ilişkilerdir zaten. Genelde erkek siyah, kız beyaz olur. 
-Filmdeki siyahlar illaki fakirdir.
-Hollywood filmlerinde muhakkak bir sahnede Amerikan bayrağı gösterilir.
-Cüretkar pozlar, büyük patlamalar, ABD ordusunun her fırsatta gövde gösterisi yapması ve olmazsa olmazlardan; hristiyanlık ile ilgili bir sembol.



FiLMiN GÖSTERGEBiLiMSEL AÇIDAN GENEL ÇÖZÜMLEMESi

-Virüsün yayılmasına neden olan kadın “beyaz” bir kadındır. Kurtaran kişi erkek ve zencidir (Will Smith).

-Filmdeki ilk kelebek görüntüsü bir afişin yırtılmış kısmındakarşımıza çıkar. Afişin üstünde “God Still Loves Us”  yazmaktadır. Afiş,insanların Tanrı’nın işine karışarak virüsün ilerlemesine neden olmalarına rağmen; O’nun hala onlarla beraber olduğunu  vurgular.

-Bir sahnede yukardan yapılan genel çekimle şehrin görüntüsü verilir. Burada şehrin caddelerinin Haç şeklinde olduğu görülür.

-Will Smith, filmde Güneş Tanrısı’nı sembolize eder. Mısır Güneş Tanrısı Horus, dirilişin sembolüdür. Robert Neville (Will Smith) insanlar için bir formül geliştirmiş ve tüm insanlığın yeniden doğuşunu sağlamıştır.

-Her gece yatağında değil de küvette kıvrılıp yatması ana rahmine dönüşü simgeler. Orada silahı ve köpeğiyle kendini güvende hisseder.

-Anna ve Ethan kurtulanlar kolonisine gittiklerinde açılan kapıda karşılarına kilise çıkar. Filmin taşıdığı mesaj dinsel içeriklidir. Bize dünyayı kurtarmanın Tanrı’ya inanmaktan başladığını öğütler. Bunu da bize kilise görüntüsü  ve başta Tanrı’ya inanmayan karakterin daha sonra Tanrı’ya inanmaya başlamasıyla gösterir.

  
HEPİMİZ VAMPİRİZ




Hepimiz Vampiriz  Richard Matheson (d.1926)'un 1954 yılında yazdığı gotik korku-bilim kurgu türünden çok satan bir kitaptır. Özgün ismi I Am Legend'dır. 

Konusu: Dünyadaki tüm insanların ölümüne yol açan geniş çaplı bir salgın hastalık sonunda hayatta kalan tek kişi yıllar önce Orta Amerika'da iken bilinmedik bir şekilde bu enfeksiyona direnç kazanmış olan Dr. Robert Neville'dir. : Gündüzleri sorun yoktur... Ancak gece bastırınca salgından ölen kurbanlar mezarlarından kalkarak kan içici birer vampire dönüşmüş olarak ortaya çıkarlar.

          Bu çok satan roman zaman içinde üç kez sinemaya uyarlanmıştır İlk film “the last man on earth” 1964 yılında çekilmiştir. En zayıfı ve en az bütçe ile çekilenidir. Ayrıca senaryosunu Richard Matheson kendi yazdığı halde filmi beğenmemiştir. 1971 tarihli The Omega Man ise ilkinden tamamen farklı bir film olmuştu. Boris Sagal’ın yönettiği film bilimkurgu sinemasının klasikleri arasında sayılır. Matheson’un romanının ve The Omega Man’in bugün hala güzel örnekleri karşımıza çıkan “Yaşayan Ölüler” , “28 Gün Sonra”  ve “12 maymun” filmlerine esin kaynağı olmuştur. Son film ise a tipi film olarak nitelendirilebilir. Yani bütçesi yüksek ve star oynuyor yani gişe başarısı kesin –ki filmin ilk 3 günlük hasılatı 76,5 milyon dolar ile yüzüklerin efendisini geçiyor(72,6 milyon dolar). 



REKLAMLAR

Bu nasıl sarışın, shrek  ve “suparman & batman” filminin afişlerini görüyoruz ki üzerinde vizyona giriş tarihleri bile yazıyor. Newyork berbat,bitmiş, tükenmiş halde ama bize mc donalds,mobil ve time dergilerini tanıtılmaya devam ediyorlar.

DİSTOPYA KAVRAMI VE I’M LEGEND FİLMİ

 Distopya, kelime anlamıyla ''ulaşılması mümkün olmayan kötü gelecek senaryosu'' olarak bilinse de, bahsi geçen kitaplardaki gelecek senaryolarının farklı biçimlerde de olsa günümüzde gerçekleşmiş ve gerçekleşmekte olduğunu söylemek yanlış olmaz.

I’m legend filminde de görüldüğü gibi bir virüs bütün dünyayı etkisi altına almaktadır. İnsanlar bu virüse karşı koyma çabasındalar fakat sadece bağışıklığı güçlü olan insanlar bu virüsten kurtulmak için çaba harcayabilmektedir. Distopya kavramında ütopyanın iyi ve imkânsız dünyasının aksine gerçekleşmesi muhtemel olan ve daha kötümser olaylar yaşanmaktadır. İncelediğimiz bu filmde bu anlatılanlar gibidir. Şu anda bu derece kötü bir olay olmasını düşünmesekte böyle bir şeyin gerçekleşme ihtimalinin olduğunun da farkındayız. İşte bu şekilde incelendiğinde filmimizdeki olayın gerçekleşme ihtimali olduğunu görebiliyoruz. Filmi izleyenlerinde şöyle bir yorumu var;”Bu grip aşıları, kanser tedavileri, tohumlarıyla oynanan hormonlu gıdaların sonucu ‘ben efsaneyim’ gibi filmler olacak”.  Bir başka yorumu da ben yapayım. Yıllarca Hollywood’un aksiyon… vs filmlerinde ikiz kuleler, Özgürlük Heykeli, Beyaz Saray yıkıldı. İkiz kuleler yıkılalı 11-12 sene oldu bile bakalım sıra hangisinde. Yani distopik olarak filmdeki gelecek tablosun gerçekleşmemesi imkânsız değil.



ZENCİLER

Önceleri Hollywood sineması zencileri köle ve uşak olarak göstermiştir. Daha sonraları Blackensstein, Blackula, Blackfather gibi beyaz taklidi filmleri yaptılar. Bu dönemler zenci gençler beyaza özenip saçlarını düzleştirmek için kimyasal madde kllanıp, renklerinin biraz daha açık görünmesi için yüzlerini pudralıyorlar ve beyazların o zamanki modalarına ayak uydurmaya çalışarak onlar gibi giyiniyorlardı.  Daha sonra zenci adam yardımcı karakter yani beyazın ortağı rolüne geçiş yapmıştır. Ama yine de zenci oldukları için yadırganıyorlardı ki bu renksel çatışma filmlerde de yansıtılmıştır ve yansıtılmaya devam ediyor. Zencilerin filmlerdeki rolleri gerçek yaşamdaki rolleriyle beraber başrole kadar yükselmiştir. Ve tabi filmimizin başrol oyuncusunun neden zenci olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Artık beyaza ne yapması nasıl yaşaması gerektiğini anlatan adamdır siyahlar örneğin aşk doktoru filmi… Gerçek yaşamdan Rice ve Başkan Obama’yı örnek olarak verebiliriz.
            
SONUÇ

Amerikan sineması bize diyor ki; “ben teknolojik yeniliklerle, iyi bir bütçeyle ve dünya çapında bir starla çok satan bir romanı 3-4 kez sinemaya uyarlarım. Filmimin gişe başarısını kesinleştiririm.Kendi aile yapımı, ordumu ,dinimi ve diğer gazete, dergi, yiyecek, film, müzik, kıyafet….vs ürünlerimi bu filmlerle sana idealize ederim. Ve böylece dünyanın geleceğini belirler ve dünyaya hükmederim. Eğer daha iyi bir fikrin, bütçen ve teknolojin varsa daha iyisini yap”.