25 Aralık 2012 Salı

"Federico Fellini"


Dahi - Deli Auteurist Üzerine

Yönetmenin Kısa Yaşam Öyküsü

Federico Fellini 20 Ocak 1920'de İtalya, Rimini'de doğdu. Fellini’ni, İlkokul eğitimini, Rimini'de San Vicenzo Rahibeleri'nden aldı. On yaşındayken evden kaçıp bir sirke girdi. 1938'de üniversiteye kaydını yaptırdı fakat derslere devam etmek yerine mizah dergisi "420" ve resimli roman dergisi "Avventuroso" için çalışmaya başladı. 1939'da Roma'ya gitti ve karikatür sanatçısı olarak çalıştı. 1939–1940 yılları arasında radyo oyunları ve filmler için espriler yazdı. 1943'de oyuncu Giulietta Masina ile evlendi. Birçok filmde birlikte çalıştılar. 1944'de Roberto Rossellini ile birlikte "Roma, Città Apperta (Roma Açık Şehir)" filminin senaryosu üzerine çalıştı. 1946–1952 yılları arasında senaryo yazarı ve yönetmen yardımcısı olarak Rosselini, Alberto Lattuada ve Pietro Germi ile çalıştı. 1950'de ilk filmini Lattuada ile birlikte yönetti.
Başarılı sinema kariyeri boyunca dört kez En iyi Yabancı Film Oscar'ını aldı. 1993'de meslek yaşamında gösterdiği başarı için özel bir Oscar'la onurlandırıldı. Ekim 1993'de Roma'da kalp krizinden öldü. Masina da kocasının ölümünden 5 ay sonra 73 yaşındayken kanserden öldü. Karı koca birlikte, Rimini mezarlığına, heykeltıraş Arnaldo Pomodoro'nun yonttuğu anıtsal mezara gömüldüler.

 Yönetmenin Sinema Tarihi İçersindeki Yeri

Sinema’da devrim yaratan Fellini, klasik anlatımı bozar. II. Dünya savaşı sonrasının en önemli sinema yönetmenlerinden birisi olan Fellini, sinemaya önce Rossellini’nin -Yeni Gerçekçiliği- ortaya koyan filmlerinin senaryolarına katılarak başladı. Daha sonra kendi sesi ve düşüncelerinin üzerine basarak kendi akımını kendi felsefesini ve kendi sinemasını yaratmıştır. “Ben gerçeği herkesin kendisinin bulması gerektiğine inanırım” demiştir. Kendisi hem ne anlattığı hem de nasıl anlattığı o kadar önemli olmayan sinemaya kucak açmıştır. Yarattığı absürt karakterler ile öne çıkmıştır. Yeşilçam’ın da esinlendiği bir yönetmen olmuştur.
“Sekiz Buçuk”, 108 farklı ülke yönetmenince sinema tarihinin en önemli 10 filminden biri olarak seçilmiştir. “Tatlı Hayat” filmini Vatikan filmi yasaklamaya çalışmış fakat İtalyan halkı filme sahip çıkmıştır. Bu filmle Federico Fellini, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi, en iyi kostüm dalında da Oscar ödülünü kucaklamıştır.

Yönetmenin Sineması Üzerinde Etkili Olan Toplumsal Olaylar

Gençlik yıllarındaki çalışma hayatı, 2.dünya savaşı yıllarının ekonomik durumu gibi zorluklarla doluydu. Bir işten öbür işe geçmek zorunda kaldı. Bu işlerin birbirleri ile ilişkisi de yoktu. Polislik, gazetecilik, çizgi roman ressamlığı yaptıktan sonra birkaç işe daha girip çıktı. Savaştan yenik çıkan ülkelerin çekmek zorunda kaldığı sıkıntılı günlerdi.2. Dünya Savaşı sırasında Mussoli’nin faşist rejimi altında olan İtalya,1944 yılında yenildi ve Mussolini öldürüldü. Filmlerinde de faşizme çarpıcı şekilde eleştiri vardır.

Yönetmenin Ana Estetik Akımlarla Olan İlişkisi

Federico Fellini, yeni gerçekçilik akımında yetişti ve filmleri ilk dönemlerde bu akım içinde yer aldı. Fakat Federice Fellini yeni gerçekçi olarak sınıflandırılması zor filmler yapmıştır.  Çünkü, daha sonra ki filmlerinde, imgelerle ve fantazilerle örülü, kendi dahilik ve deliliğini yanssıtan bir anlatım biçimine geçmiştir. Onun için Avrupa avant-garde sinemasının ustası denilebilir.

Yönetmenin Sinemasının Genel Anlatım Özellikleri

Akdeniz havzası, antik çağın ve Akdeniz’in çok kültürlülüğü ile Federico Fellini’yi etkilemiştir. Kendine özgü garip, fantezilerle dolu, hayal dünyasını yansıtan filmleri bir eleştirmence idin çılgın dansı olarak tanımlanan Fellini, sinemada düş gücüne en fazla önemi veren, büyük göğüs takıntılı yönetmendir.

Ressam Henri Toulouse-Lautrec (1864–1901), Fellini sinemasını etkileyen en büyük isimlerden biridir. Lautrec’in çocukluk dönemini sanatına yansımıştır. Bunların en önemlisi sirklerdir. Fellini sinemasında sıkça göreceğimiz sirk sahneleri, Lautrec’in fırça darbelerinden çıkmış gibidir. Tabi bu sirk havasında Fellini’nin küçük yaşlarda evden kaçıp sirke katılmasının da büyük etkisi vardır.

Yönetmenin filmlerinin karakteristik özelliklerinden biri de oldukça kilolu, iri göğüs ve kalçalara sahip birbirinden hoş bayanlara filmlerinde yer vermesidir. “Amarcord” filminde bu özelliği oldukça belirgindir. Sinemasının bu karakteristik özellikleri günlük yaşama “Fellini Kadınları” kavramını da katmıştır. Fellini güzel veya çirkin tüm kadınlara aşıktır.
Yönetmenin kendi içsel bunalımını anlattığı filmleri çok kopya edilmeye çalışılmıştır. Ancak filmlerinde bütünlük konusuna hassas yaklaşmış, yaptığı her filmin bütünün parçalarını oluşturduğunu dile getirmiş ve bunları bir araya getirince kendi yaşantısının oluştuğunu ifade etmiştir. Filmlerinde yaşayan bir insandır.
Yönetmenin ilginç özelliklerinden birisi de rüya defteri tutmasıdır. Bu durum prodüktörleri endişelendirirken, eleştirmenleri şaşırtıyor, izleyiciyi ise memnun ediyordu. Fellini:“Sinema rüyanın dillerini kullandığından beri rüyalar hakkında konuşmak filmler hakkında konuşmak gibi; yıllar saniyeler içinde geçebilir ve kendinizi bir anda başka bir yerde bulabilirsiniz. Bu görüntülerden oluşmuş bir dil. Ve gerçek sinemada, her nesne ve her ışığın aynı rüyada olduğu gibi bir anlamı var”.
Tatlı Hayat filmiyle Fellini’yle başlayan işbirliği dört film daha sürecek olan Marcello Mastroianni kendi anılarını anlattığı “Hatırlıyorum” adlı kitapta Fellini ile ilk karşılaşmasını şöyle anlatır; Mastroianni: “Senaryoya bakmam mümkün olacaksa, sevinirim’, dedim. Doğal olarak profesyonel gözükmek istiyordum. ‘Tabi elbette!’ diye gülümsedi Fellini. Ve Flaiano’yu çağırdı: Ennio, Marcellino’ya mümkünse senaryoyu getirir misin? Ennio Flaiano, o alaycı havasıyla bana bir dosya getirdi. Dosyayı açtım. İçinde hiç bir şey yoktu. Yalnızca Fellini’nin sürekli çizdiği karikatürlerden vardı: Burada, denizin ortasında yüzen bir adam ve dibe sallanan cinsel organı görülüyordu, çevresinde Easter Williams’ın filmlerindeki gibi, bir balerin siren dönüyordu. Ben doğal olarak kıpkırmızı kesildim, bilemiyorum, sarardım, yeşerdim, renkten renge girdim. Senaryoyu sormakla çok ileri gittiğimi anladım. Ne diyebilirdim? ‘Eh evet, ilginç görünüyor. Hazırım: Nereyi imzalamam gerekiyor?’ diyebildim. Fellini’yle ilk karşılaşmam böyle oldu.”
Fellini’s Roma filmi hakkında, ne kadar süre araştırma yaptığı sorulduğunda “filmdeki her şeyi kafamdan attım çünkü bu benim Roma’mdı” demiştir.
Fellini’nin filmlerine bakıldığında, Rimini’deki birçok imgeyi görebiliriz. “Sekiz Buçuk” (1963) filminde üretkenlik krizine giren yönetmen (Marcello Mastroianni’nin oynadığı Guido), kaplıcası bulunan bir sağlık merkezine gider. Rimini de kaplıcalarıyla ünlüdür. Fellini için Rimini’de bulunan önemli imgelerden birisi de, bugün bile hala açık olan Rimini Grand Otel’dir. Özellikle “Amarcord” (1973) filmine baktığımızda, cinsellik dolu bir otel karşımıza çıkacaktır. Filmde otelin adı da Grand Otel’dir. Peter Bondanella, The Films Of Federico Fellini adlı kitabında Grand Otel imgesinden şöyle bahseder: “Rimini’nin rüya mekanı Grand Otel; “Amarcord” filminde belirgin bir şekilde, Rimini’nin bütün erkek nüfusunun cinsel arzularının boşa çıktığı yere işaret ediyor, bu Fellini’nin işleri arasında hala ayakta duran ve en unutulmayan imgelerden biridir.” Rimini Grand Otel bugün hala açık. “La Mia Rimini” adlı resimli kitapta Fellini’nin Grand Otel’le ilgi görüşlerine de yer verilir: “Yaz gecelerinde Grand Otel, İstanbul, Bağdat ve Hollywood oluyor…”
Fellini, Franz Kafka gibi "kendisinden başka kimsenin onu anlamadığına" kanaat getirmiştir.

 Yönetmenin Film Örneklerinden Hareketle Temel Stilistik Eğilimleri

Işıklandırma ve mekan Fellini için çok önemlidir. Filmlerinde genellikle dramatik aydınlatma tekniklerini kullanmıştır. Mekanı tanıtmak istediği zaman yada sahnelenen hareketi tamamıyla göstermek için genel açı çekimleri tercih etmiştir. Oyuncunun ruh halini yansıtmak için dramatik aydınlatma ile birlikte yakın plan çekimleri kullanmıştır. Özellikle aksiyon, hareket içeren sahnelerde kamera hareketi kullanarak oyuncuyu veya olayı takip eder. Bunlar göz önünde tutulduğunda filmlerinde ışıklar, kostüm ve oyunculuk açısından müzikal, tiyatro havası vardır.
Kurduğu kompozisyonlarda, gündüz çekimlerinde genellikle yağmurlu, kasvetli, sıkıntılı, bulutlu, karanlık hava dikkat çeker.
Fellini, Avrupa sinemasının avangart yönetmeni olarak yada dışa vurumcu sinemanın İtalyan öncüsü olarak tanımlanabilir. Tabi ki avangart sinemasında olduğu gibi gelişen bütün teknolojik yenilikleri kullanmıyor.
Federico Fellini sinemasını baktığımızda üç isim özellikle ön plana çıkar; oyuncu Marcello Mastroianni, oyuncu Giulietta Masina (aynı zamanda Fellini’nin karısıdır) ve besteci Nino Rota. Bu üç isim; hem İtalyan sanatında, hem de Fellini sinemasında önemli bir yere sahiptir. Mastroianni, Fellini’nin erkeklik egosunu bütün yönleriyle temsil eder. Masina ise yönetmenin bakışıyla duygusal bir kadın portesi çizer. Rota ise Fellini’nin birçok filmine besteleriyle hayat vermiştir.
     
 Ülke ve dünya sineması üzerindeki etkileri

Sinema tarihinde sanatçının gerçek anlamda durumunu veya yaratıcılığını ele alan çok az film vardır. Federico Fellini’nin Sekiz Buçuk (1963) filmini bu anlamda başyapıt sayabiliriz. Fellini’nin şiirsel gerçekçiliği ifade etmek için daha çok “sembolik komik tipler” kullanmıştır. Bu özelliği ile ülkemizde de Fellini taklit edilmiştir. Yönetmenin filmlerinde yarattığı karakterler onun öz benliği olmuştur. Bir nevi “auterite”nin peşindedir.
Federico Fellini,  Rimini gibi küçük bir sahil kasabasından küçük yaşlarda ayrılıp yaşadığı gerçekçi hayatla dalga geçercesine bulunduğu dönemin salt kültür uzantısı olan "Faşizm'i" ciddiye alacak kadar sürrealist filmler çeken bir yönetmen. Woody Allen “Celebrity” filminde Fellini’yi taklit etmiştir. Ama kendisi Fellini kadar etkili olamamıştır. Bunun sebebi ise Fellini’nin filmlerinin kopya edilmeye çalışılması ve onun kendi iç bunalımını anlattığı bir sirk havasındaki dahi deliliğinin göz ardı edilmesidir.
Amerikan Sineması “auter yönetmen” kavramını reddetmiştir diyebiliriz. Amerikan sinemasının filmlerinde karşımıza yaratıcı bir baba (sanatçı) figürü yerine, üvey baba figürü (yapımcı) çıkar. Federico Fellini ise filmlerinde yaşam bulan bir yönetmen olarak tam bir auteuristtir.

21 Aralık 2012 Cuma

Söyle Rabbin Kimse O'na Tapayım



11 Yıllık 'Can Dostum'a


           2000 yılıydı ve 13’üncü yaş günümdü. Hayatımın en güzel doğum günü hediyesini aldım. 3 aylık terrier yavrusu… Oyuncak kedi köpeklerimin içinde kaybolmuştu. Bembeyaz yumuşacık tüylü, ıslak siyah burunlu, şirin mi şirin, sevgiye şefkate muhtaç, minicik bir can… Biber yemeyi çok sevdiği için ismini ‘Biber’ koyduk. 11 yıl boyunca her gün aynı sevinçle beni evin kapısında karşıladı ve sabahları balkondan ağlayarak uğurladı, okula, işe… Tırnak sesinden horlamasına,  oburluğundan yaramazlıklarına kadar her şeyi ile alıştığım, özlediğim, dostum, arkadaşım hatta kardeşim…  Biber’im, beni geçen kış yalnız bıraktı. Rahim kanserinden öldü. Ben efsaneyim filminde Robert Neville karakteri köpeği Sam’i öldürmek zorunda kaldığında bugünün başıma geleceğinin farkındaydım. Ama kendimi hiç hazırlamamışım. Belki bu yüzden Wendy ve Lucy filmi bana çok etkili gelmiş olabilir. Yine de filmi sinematografik açıdan filmi incelenmeli.

          Filmin hikayesi; Ekonomik durumu ve aile ilişkileri iyi olmayan Wendy Carroll köpeği Lucy ile birlikte yeni bir hayat ve kazançlı bir iş için Alaska, Ketchikan’daki Northwestern konserve balık fabrikasında çalışmak üzere yola çıkar. Fakat Oregon’da arabasının bozulması ve köpeği Lucy’i kaybetmesi üzerine Wendy’yi güç kararlarla karşı karşıya bırakır.
2008 yapımı olan eser, Toronto Film Festivali (2008), Cannes Film Festivali (2008), New York Film Festivali (2008)’de boy gösterdi. Başrol oyuncusu, Michelle Williams’ı, Brokeback Mountain (2005) filmi ve 90’lı yılların sonunda fenomen olan gençlik dizisi Dawson’s Creek’den hatırlayabilirsiniz. En son ‘My Week With Marliyn’ filminde oyunculuğu ile seyirciyi büyüledi.  Williams, Wendy karakterini de kendine ve esere en uygun şekilde can vermiş. Fakat böylesi bir filmde daha az tanınan bir bayan oyuncu seçimi de yapılabilirmiş.
Yönetmen Kelly Reichardt, River of Grass (1994), Old Joy (2006) ve Meek’s Cutoff (2010) filmleri ile tanınıyor.

Wendy & Lucy Amerikan rüyasını yerle bir eden ve gerçekleri olağanca sade ve dingin bir şekilde izleyiciye anlatan etkileyici bir drama yapıtı. Amerika’nın yıpratıcı ekonomik koşullarında hayatta kalma çabası veren insanların hikayesi, Wendy ve Lucy’nin hikayesi üzerinden seyirciye aktarılıyor.

Özünde basit ve sıradan gibi gözüken filmin hikayesi; ekonomik olumsuzlukları, yıpranmış insan ilişkilerini ve kopmuş aile bağlarını reel bir şekilde süslemeden anlatıyor. Hollywood tarzı aksiyonu bol, atlamalı, hoplamalı, zıplamalı ve güzel – yakışıklı yıldızlarla dolu filmlerden hoşlananlar eserden zevk almayabilir. Fakat Fransız Yeni Dalga akımının ve İtalyan Yeni Gerçekçilik akımlarının bazı özelliklerinin etkileri görülen film, bu akımların meraklılarını doyuracak nitelikte. 

2. Dünya savaşı sonrası doğmuş, Fransız Yeni Dalga ve İtalyan Yeni Gerçekçilik akımlarını isimleri geçmişken biraz hatırlayalım. Fransız Yeni Dalga akımı doğal ses ve ışığı kullanmayı tercih eden, Hollywood öykülemesine başkaldırıyı ilke edinmiştir. İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı ise hayal kırıklığına uğramış insanların gündelik yaşamlarına, duygularına eğilirken,  belgesel filmlerini andıran kadraj tercih ediliyordu. İki akımda, stüdyo yapımı, dekorlar ve meşhur yıldızların olduğu şaşalı hikayeler yerine,  sokakları, doğallığı ve gerçekliği tercih ediyor. Wendy & Lucy, yönetmen ve oyuncu iş birliğiyle, akımların öne çıkan bu özelliklerini derinlemesine izleyiciye hissettiriyor.

Köpeğim Biber’i, alışverişe giderken dükkanın önüne bağlardım ve ‘sana mama alıp geleceğim, bekle beni’ diyerek tembihlerdim. O yüzden olsa ki beni en çok etkileyen sahne; Wendy’nin, Lucy’yi marketin önüne bağlayıp, onu tembihleyip markete öyle girmesi idi.
Bana 11 yıllık ‘Can Dostum’u sizlere aktarma olanağı sunan Wendy ve Lucy filmini umarım zevkle izlersiniz. Evcil hayvanınız varsa onu sıkıca kucaklayın, sevin, okşayın. Ve sokak hayvanlarını unutmayalım… Evimizin, bahçemizin, kapımızın, apartmanımızın önüne bir kap su ve mama koyalım.

Sevgi ve sanatla kalın…

18 Kasım 2012 Pazar

Kedi Gözü Makyaj (Cat - Eye Make-up)

Sofistike ve Elegant

1940'lı yıllarda altın çağını yaşıyan ve günümüzde tekrar moda, en çok tercih edilen göz makyajı... Kedi Gözü.

Bu tarz makyaj gözlerinizi daha iri ve çekici gösterecek. Gündüz açık tonlarda ruj ve hafif bir allık darbesi ile her tarzdaki kıyafetinizle uyum içerisinde olacak. İster jean üzerine kazak veya t-shirt giyin, isterseniz klasik takım veya elbise...

Angelina Jolie, Lady Gaga, Amy Winehouse (rip) gibi ünlülerin vazgeçilmez tarzı olan Kedi Gözü Makyaj aynı zamanda podyumlarında vazgeçilmez tarzı. Pek çok ünlü tasarımcı tasarımlarını sergiledikleri defilelerde Cat - Eye Make-up tercih ediyor.

Gündüzleri allık yardımı ile yanaklarınızı hafifçe renklendirerek ve açık - doğal tonlarda bir ruj ile kullanabileceğiniz Kedi Gözü makyaj tarzını gece davetlerinde ise koyu renk rujlarla tamamlayabilirsiniz. 


Hatta siyah veya koyu gri far yardımı ile göz kapağınıza yapacağınız gölgelendirmeler yaparak daha derin, etkili ve buğulu bir güzellik yakalayabilirsiniz. Gelin makyajı olarak da tercih edebileceğiniz Kedi Gözü makyajı kirpiklerinizi daha gür gösterecek ve doğal güzelliğinizi gölgelemeyecektir.


Kedi Gözü makyajın yapımı ise oldukça basit. Siyah (sarışın iseniz kahverengi daha doğal duracaktır) bir eye-liner veya elleriniz titriyorsa deep-liner ile kirpik diplerinize içten dışa doğru bir hat çizin. Kirpik bitiminden sonra hafif bir kıvrımla çizgiyi incelterek yukarı doğru devam ettirin. Eğer eliniz titriiyorsa dağılan likiti kulak temizleme çubuğunu hafif nemlendirerek düzeltebilirsiniz.

9 Kasım 2012 Cuma

Sevmek Zamanı


Metin ERKSAN

4 Ağustos’ta kaybettiğimiz uluslararası ünlü yönetmenimiz Metin Erksan’ın ardından genç bir sinema tutkunu olarak onun hakkında birkaç kelamda ben yazmak ve sizinle paylaşmak istedim. Metin Erksan’ın beni en çok etkileyen iki filmi vardır; Fatma Girik’in oyunculuğu ile avangart ve fantastik ögeleri ile dikkat çeken ‘Kadın Hamlet’ ve ‘Sevmek Zamanı’ filmi. Sevmek Zamanı; sinemasal anlatıları Erksan ustanın elinde devleşen modern bir ‘Leyla ile Mecnun’ hikayesidir. Psikanalitik incelemelerin ön planda bulunacağı filmi Frued’un ödipal kompleksinden yararlanarak size aktarmak isterim. Fakat öncelikle kimdir Metin Erksan sorusuna cevap verelim.



Metin Erksan, Çanakkale 1929 doğumlu olup, eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü tamamlamıştır. 1947'den başlayarak çeşitli dergi ve gazetelerde sinema yazıları yazmıştır. Üniversite yıllarında sinemayla ilgilenen Erksan, 1950'de Atlas Film için Yusuf Ziya Ortaç'ın Binnaz adlı filmini senaryolaştırarak sinemaya adımını atmıştır. 1952'de Dünya gazetesinde film eleştirileri yazmıştır. 1952'de senaryosunu Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazdığı Karanlık Dünya, Aşık Veysel'in Hayatı-Karanlık Dünya, ilk filmi oldu. Dünya Havacıları Türkiye'de (1958), Büyük Menderes Vadisi (1959) adlı iki belgesel film yapmıştır.
Edebiyat uyarlamalarına yönelen ve 83 yaşında yaşamını yitiren Erksan, 2009 yılanda hayatını kaybeden usta yönetmenlerimizden Halit Refiğ ile birlikte ticari amaçlı ve tiyatro eserinin filme alınmış hali gibi yapıtlar veren Yeşilçam sinemasına karşı toplumsal ve tarihi bilinci ayakta tutacak yapıtları ve edebiyat uyarlamaları ile ülkemizdeki ‘Ulusal Sinema’ anlayışının kurucusu olmuşlardır. Ve Türk sinema tarihine isimlerini gerçek anlamda usta olarak yazdırmışlardır. ‘Sinema Kültürdür’ adlı makalesinde Erksan’ın sinemaya olan düşüncelerini anlamamızda kılavuz görevi görür.


Metin Erksan’ın anımsayacağınız birkaç filmi ve kazandığı ödüller; Karanlık Dünya / Aşık Veysel'ın Hayatı (1952), Oy Farfara Farfara (1961), Ateşli Çingene (1969), Dağlar Kızı Reyhan (1969), Makber (1971), Feride (1971), Keloğlan'la Can Kız (1972), Beyaz Cehennem / Cingöz Recai (1954), Yol Palas Cinayeti (1955), Şoför Nebahat (1960), Acı Hayat (1962), Yılanların Öcü (1962), Susuz Yaz (1964), İstanbul Kaldırımları (1964), Sevmek Zamanı (1965), İntikam Meleği / Kadın Hamlet (1976), Vahşi Sevgili (1977). Ödülleri; Berlin Film Festivali, 1964, Susuz Yaz, En İyi Film, İzmir Enternasyonal Fuarı 1. Film Şenliği, 1965, Suçlular Aramızda, En İyi Yönetmen, Türk Filmleri Yarışması, 1961, Gecelerin Ötesi, En İyi Senaryo, 1. Adana Altın Koza Film Şenliği, 1969, Kuyu, En İyi Yönetmen, 24. Antalya Film Şenliği, 1987, Kuyu, Onur Ödülü.


1940’lı yıllardan sonra sansürle tanışan Türk sinemasına rağmen engel tanımayan sinemacı Metin Erksan


Metin Erksan Türkiye’de ilk gösterime İçişleri Bakanlığı’nın Sansür Heyeti’nin kırpmaları ile giren ve Necati Cumalı’nın aynı isimli öyküsünden uyarladığı Susuz Yaz eseri 1964’ün başında sansürsüz – orijin hali ile Berlin’de Oscar’dan sonra o yılların en önemli uluslararası ödülü olan günümüzde de hala aynı etkide olan Altın Ayı ödülünü almıştır. Erksan usta ilk Türk uluslararası yönetmeni unvanını alıyor.

Gelelim bu hafta çözümleyeceğimiz ‘Sevmek Zamanı’ eserine. Filmin özeti; Halil (Müşfik Kenter) bir yıl önce ada evinde boya yaptığı bir evde gördüğü tablodaki kadına aşık olur. Bir gün resmi seyrederken tablodaki kadın yani Meral çıkagelir. Meral Halil’in aşkına hayran kalır ve onun aşkına karşılık verir. Halil uzunca bir süre Meral’e değil onun resmine aşık olduğunu söylese de en sonunda Meral’in aşkına karşılık verir. Fakat Halil, ona aşık kalarak ölmek istediğini söyler ve ondan uzaklaşır. Meral ani bir kararla Başar ile evlenmeye karar verir. Halil bunu bir gazete haberinden öğrenir. Halil cansız bir mankene gelinlik giydirip Meral’in tablosunu da alıp bir kayığa biner. O sırada meral düğünden kaçarak Halil’in yanına gelir.



Halil, filmde, ilk başta seyirciye platonik ve saplantılı aşık izlenimi veriyor. Meral gelip aşkını paylaşmak istediğinde ise hala ısrarla tabloya aşık olduğunu söyleyen Halil’i izleyici korkak olarak düşünüyor ve bu hareketine anlam veremiyor (burada ‘Leyla ile Mecnun’ hikayesini anımsatıyor çöllere düşen Mecnun, Leyla yanına gelince ilahi aşka ulaştığı için Leyla’ya karşılık vermiyor). Halbuki Ödipal kompleksi zor atlatmış olan Halil,  baba baskısı ile kaybettiği ilk aşkı olan annesini kaybettiği gibi remine aşık olduğu kadınında başka erkek tarafından elinden alınmasına ve zamanla aşkının bitmesinden korkuyor. Çünkü annesine duyduğu aşk engellenmiş baba tarafından ve bitmemiş ve bu acıyı bilinçaltına itmiş ve acı çekmeye alışmış. (Ödipal komplekste erkek çocuk anneye aşık fakat annenin baba tarafından hadım edildiğini düşünen çocuk babanın onu da hadım etmesinden korkarak bunu bastırmaya çalışır). Onun için Meral’in resmine aşık olarak ve gerçeğini reddederek bu aşkının da annesi gibi daimi olmasını istiyor. Aynı zamanda eğer onu elde ederse cezalandırılacağından korkuyor.  Ama Halil en sonunda korkularından arınıyor. Filmin Tanrısı olan Erksan authorlüğünü ortaya koyarak Halil’in; ‘asla ama asla seni sevmeyeceğim! Ben resmine aşığım!’ lafını ‘asla, asla deme evlat’ diyerek cevaplıyor ve Halil’e Meral’e olan aşkını kabul ettiriyor. Ve Erksan, Halil karakterine  ‘sana aşık olarak ölmek istiyorum’ dedirtiyor. Öyle de oluyor iki sevgili korkularını ve engelleri aşıp kavuştuklarında ödipal komplekste bahsedilen baba misyonunu filmde üstlenmiş Başar karakteri tarafından öldürülüyorlar.

Meral ile birden Başar’ın ile evlenmeye karar vermesi; Leyla’nın zengin İbn-i Selam ile evlendirilmesine karşılık geliyor. Söylemeden geçmeyelim.
Silik gibi gözüken ve önemli bir misyon üstlenen Mustafa karakteri ise Halil’in bilinçaltı veya egosuna denk geliyor.  Sürekli ona ne yapması gerektiğini söylüyor veya Halil sessizce uzaklara bakarken Mustafa birden onun iç sesi oluyor ve ‘kahpe dünya bunu senin yanına bırakmayacağım’ diyebiliyor.

Uzun, sessiz, pencere, kapı arkasından çekilmiş karakterlerin buhranını izleyiciye geçiren çerçeveler filmi önemli kılan diğer önemli ögeler. Yönetmen Metin Erksan'ın ardından kaybettiğimiz üstat Müşfik Kenter’in (ö. 15/Ağustos/2012) muhteşem oyunculuğunu da unutmamak lazım. Daha fazlasını keşfetmek için ‘Sevmek Zamanı’ filmini izleyebilir, ‘Leyla ile Mecnun’un hikayesini baştan okuyabilir hatta Freud’un ödipal kompleksini de inceleyebilirsiniz. Böylece Metin Erksan ustayı şanına yakışır şekilde anmış oluruz.
Türk Sinemasının uluslararası yönetmeninin filmlerine karşı olan bakış açınızı biraz olsun genişletebildiysem, onun Türk Sinemasındaki yerinin önemini ve kaybının ne kadar acı olduğunu aktarabildiysem ne mutlu bana.

Sanatla kalın…