80’li yaşlardaki Georges ve Anne, Paris’te eski bir dairede
yaşayan, emekli ve eğitimli iki müzik öğretmeni olan Fransız çifttir. Yaşları
ilerlemiş olmasına rağmen hala birbirlerine aşık ve huzurlu, mutlu bir
evlilikleri vardır. Birde kendileri gibi müzisyen ve çapkın bir müzisyen eşe
sahip olan kızları Eva vardır.
Bir gün Anne, beynine giden damarlardan birinde kan
pıhtılaşmasına bağlı olarak boyundan aşağısı felç olur. Georges sevgili karısına
elinden geldiğince iyi bakar ama Anne iyileşmek istememekte ve bunun için
hiçbir çaba göstermemektedir. Anne'nin durumu git gide kötüleşmektedir. Georges
çareyi en sonunda iki ayrı hemşire tutmakta bulur. Fakat daha sonra eşinin
çektiği acılara dayanamaz ve onu yastıkla boğarak öldürür.
Başrollerini Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva
paylaşıyor. 2012 Cannes Film Festivali'nden Altın palmiye alan yapıt aynı
zamanda ABD'de Ulusal Film Eleştirmenleri Topluluğu tarafından 2012 yılının en
iyi film, filmin başrol oyuncusu Emmanuelle Riva'yı da en iyi kadın oyuncu
seçti. “Amour”un Avusturyalı yönetmeni Michael Haneke ise en iyi yönetmen
seçildi. 85. Oscar ödüllerinde ise “Amour” en iyi yabancı film ödülüne layık
görüldü.
Film gerek uzun çekimleri, oyuncuyu takip eden ve değişmeyen
açıları, gerekse müzik kullanılmayışı ile tam bir Fransız Yeni Dalga örneği
oluşturuyor. CD çalardan müzik açılmadıkça veya evde piyano çalınmadıkça ya da
klasik müzik konserine gidilmedikçe dış ses kullanılmamış. Bu yöntemler
sayesinde izleyici kendini bir süre sonra o evin bir parçası gibi hissetmeye
başlıyor. Yani olayları birebir gözetleyen bir yapıya bürünüyor. Bu açıdan
bakıldığında film oldukça gerçekçi bir yapıya sahip olmakla birlikte Hollywood
sineması gibi göz boyamaya çalışmadan izleyiciyi etkilemeyi başarıyor. Hollywood
sineması bilindiği üzere güzel/yakışıklı yıldız oyuncular, grafiksel
eklentiler, hızlı kurgu, teknolojik güzellikler, müzik ve doğaüstü konular ile
daha hareketli ve ilgi çekicidir. Fakat sinema sanatı açısından sadece anlık
bir doyuma ulaştırır. Film bittikten sonra ise üzerine düşünecek bir şeyler
olmaz filmde reklamı yapılan markalara izleyici yönelir. Amour filminde ise
Haneke, natural ve gerçekçi tarzı ile seyirciyi filme hapsettiği gibi günlerce
üzerine düşünecek kadar etkilemeyi başarıyor. Yani usta Haneke insan
psikolojisi üzerindeki tanrısal gücünü yineliyor.
Anne ve Georges’un sanata olan sevdasını pekiştirmek için
klasik müzik, piyano, yağlı tablolar ve kitaplarla dolu salonları ön plana çıkarılmış.
Eser, görsel ve işitsel olarak pek çok sanata doyum sağlıyor. Ve hayatın
gerçeklerine…
Göstergebilimsel açıdan bakıldığında ise filmde Georges’un
kabusu ve eve ışıklıktan giren güvercin kullanıldığını görüyoruz. Kabus her
şeyin kötüye gideceğine dair bize ipucu veriyor. Güvercin ise Anne’in
ölüm/özgürlüğünü temsil ediyor. Georges,
güvercin ilk eve girdiğinde onu dışarıya kovalıyor yani Anne’nın ölümünü def
ediyor. İkinci kez eve girdiğinde ise Georges onu yakalayıp özgür bırakıyor ki
bu da Anne’i boğarak öldürüp ruhunun özgürlüğe kavuşmasını temsil ediyor. Tabi Georges’un yatalak eşi Anne’i öldürmesi
iki şekilde de yorumlanabilir. Hayatının aşkı olan eşini çektiği acılardan
kurtarıyor ya da kendini. Filmin sonunda
ise Anne’in hayali Georges’u alıp evden dışarıya çıkarıyor. Yani Georges eşine
kavuşuyor.
Filmin mesajını Anne karakteri fotoğraf albümüne bakarken
ağzından kaçırıveriyor; “hayat, uzun ve güzel”. Evet, hayat uzun ve bir gün
herkes yaşlanıp bir şekilde ölecek. Peki, sizin yanınızda kim olacak? Siz
olsanız ömrünüzü geçirdiğiniz eşinize sabırla bakar mısınız yoksa onu
bakımevine mi terk edersiniz? Acılarına
rağmen hayatta yanınızda kalması için elinizden geleni yapar mısınız veya onun
acı çekmesine dayanamayıp öldürür müsünüz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder