2 Nisan 2013 Salı

Kelebeğin Rüyası


Şimdi Kelebek Uyandın mı?

Filmin Öyküsü

Yılmaz Erdoğan'ın gerçek kişilerden ve olaylardan yola çıkarak senaryolaştırdığı Kelebeğin Rüyası, Zonguldak'ta yaşayan, iki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun hayatlarına dokunuyor. Modernleşmekte olan Zonguldak’ta memuriyet hayatlarını sürdürürken, bir yandan da sanatla, edebiyatla ve en çok da şiirle iç içe yaşamaktadırlar. Genç Cumhuriyet ülkesi, bir yandan modernleşme çabasındayken, aynı yıllarda II. Dünya Savaşı yaşanmaktadır. Belediye Başkanı'nın kızı Suzan'ın Zonguldak'a geri gelmesiyle Rüştü ve Muzaffer iddiaya girer. Suzan için şiir yazacaklar ve Suzan'ın en çok beğendiği şiiri yazan iddiayı kazanacaktır. Henüz lise öğrencisi olan Suzan, çevrenin istememesine rağmen iki gençle yakın arkadaş olur. Fakat 1940'lı yılların vebası olan verem, iki şiir sevdalısının da genç yaşta ölümüne sebep olur.

Çekimler Zonguldak ve İstanbul'da gerçekleştirilen yapım aynı zamanda Zonguldaklı madencilere ve mükellefiyet kanununa da değiniyor. Oyuncu kadrosunda Yılmaz Erdoğan'a Mert Fırat, Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan, Farah Zeynep Abdullah gibi genç-usta pek çok isim eşlik ediyor.

Karakterler Hakkında Bilgi

Filmde Yılmaz Erdoğan'ın orta yaşta bir edebiyat öğretmeni olarak canlandırdığı Behçet Necatigil aslında 1941'de henüz 25 yaşında olan genç bir edebiyat öğretmenidir. Varlık Dergisi'ndeki ilk şiiri ise 6 yıl önce yayınlanmıştır. Yılmaz Erdoğan’ın şair Behçet Necatigil karakteri naif esprileri ile filmi yumuşatıyor ve mesajlar veriyor.

Mert Fırat’ın canlandırdığı Rüştü Onur 1920 doğumlu bir Türk şairidir. 22 yaşında veremden hayatını kaybeden şair, hastalığının şiddetlendiği 1941-1942 yıllarını iş ve hastane arasında geçirmiştir. Zonguldak M. Çelikel Lisesi’nde bir sene öğretmenlik yapan Behçet Necatigil ve yakın arkadaşı şair Muzaffer Tayyip Uslu ile birlikte Zonguldak’ta çıkan dergi ve gazetelerde ve İstanbul’da yayımlanan Değirmen mecmuasında şiir ve yazılar yayımlamıştır. Sağlığı kötüleşince İstanbul’a giderek Heybeliada’daki Senatoryumda tedavi görmüş ve bu sırada tanıştığı, aynı kurumda tifodan yatmakta olan Mediha Sessiz ile nişanlanmıştır. Aynı yıl İstanbul’a giderek nişanlısının evine yerleşmiş. Nişanlısının 3 ay sonra tifodan ölümü üzerine kendi durumu da ağırlaşmış ve Beşiktaş’ta Şair Leyla Sokak’taki evinde 2 Aralık 1942'de yaşamını yitirmiştir.

Kıvanç Tatlıtuğ’un canlandırdığı Muzaffer Tayyip Uslu 1922 doğumlu bir Türk şairidir. Zonguldak'ta lise öğrenimi sırasında Behçet Necatigil'in öğrencisi olmuştur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ndeki yüksek öğrenimini yoksulluğu ve hastalığı nedeniyle sürdürememiş ve Zonguldak'ta çalışmak zorunda kalmıştır. O da arkadaşı Rüştü Onur gibi 1946 yılında veremden ölmüştür.


Filmle ilgili detaylar

- Tarihi Akdeniz Gemisi'nde, tasarım, üretim ve uygulaması Türkiye'de gerçekleştirilen ve kullanılan ilk hareketli kamera sistemi Wirecam kullanılmış.
- Heybeliada'daki çekimler için güneşli bir sonbahar gününde set karlarla kaplanmış.
- Özel efekt çalışmaları için 60 kişilik bir görsel efekt ekibi çalışmış.
- Hastane idari personeli, tıbbi personel ve hastaların kostüm ve aksesuarları döneme uygun olarak üretilmiş, 250'nin üzerinde yardımcı oyuncu havadan ve denizden gerçekleşen çekimlerde görev almış.
- 7 senedir kapalı olan Heybeliada Sanatoryumu film için yeniden restore edilmiş.
-Çekimler 105 günde tamamlanmış.
-Kelebeğin Rüyası, 2013 Los Angeles Türk Film Festivali'nin de açılış filmi olarak seçilmiş.


Film ismini bir tao hikayesinden almıştır. Hikaye kısaca şöyledir; Chuang Tzu rüyasında bir kelebek olduğunu görür. Uyandığında ise kendisini rüyasında kelebek olduğunu gören Chuang Tzu mu, yoksa rüyasında Chuang Tzu olduğunu gören bir kelebek mi olduğuna karar veremez. Filmde Suzan karakterine bu hikayeyi Muzaffer anlatır. Rüştü’nün ölümü üzerine Suzan, Muzaffer’e; “Kelebek uyandı mı şimdi” diye sorar.

Kıyafetler, olaylar ve mekanlar dönemin ruhunu izleyiciye geçiriyor. Maden işçileri ve Mükellefiyet kanununa değiniliyor. Maden işçilerinin o zaman ki koşullarını gözler önüne serilirken adeta günümüze de göz kırpıyor. Zengin ve yoksul halk arasındaki zıtlığı pekiştirmek için dönemin büyük problemi olan verem, tifo gibi hastalıklar en gerçekçi hali ile aktarılıyor. Çoğu kişinin düzgün beslenememekten hastalıklarının ilerlediği iletiliyor. Yani yaşadıkları kalitesiz hayat sonucu çoğu kişi hastalanıp ölüyor. İzleyici, halkın o dönemde ne derece uç noktalarda yaşadığını anlıyor. Zengin çok zengin, fakir ise tam fakir…

Muzaffer Tayyip ve Rüştü Onur’un hayatları boyunca hiç dolma kalemleri olmamış. Kaldı filmde kurşun kalem ve daktilo sevdalarına olan vurgu bu yüzden yapılmış.

Zengin kesimin daha çok spora, dansa yöneldiği ve hastalıklar hakkında tam bilgileri olmadığı için fakir kesime ucube gibi davrandığı, hor gördüğü resmediliyor. Fakir kesimin ise çektiği sıkıntılar sebebi ile daha çok şiire ve sanata yöneldikleri anlatılıyor. Maddi açıdan yoksul ama sanatsal açıdan oldukça zengin oldukları vurgulanıyor. Bir şair için her şeyin şiirin bahanesi olduğunu da hatırlatıyor. Acı, sıkıntı, aşk, hastalık, ölüm ve hatta anne bile…

Şairlerin işsiz olarak kabul edildiği bir dönem. Fakat Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip için şairlik o kadar önemli ki Rüştü’nün mezar taşına Muzaffer “Şair”i ekliyor. Şiir ve edebiyat aşkının insana neler yaptırabileceği izleyiciye gösteriliyor. Öyle ki Muzaffer Tayyip’in iş yerinden daktilo çalıp işten kovulmayı bile göze alıyorlar. Şiir yazmak için güzel ve zengin bir kız seçip iddiaya giriyorlar. Şiirlerinin yayınlanması için verdikleri çaba gözler önüne seriliyor. Yani izleyicilere “Şair” sıfatının onlar için önemi aktarılıyor. Arkadaşlıklarının da yine her şeyin üstünde olduğu anlatılıyor.

Filmin sonunda Muzaffer Tayyip’in defini sahnesinde uçuşan pamukçuklarla  (diğer isimleri ile pisipisi, şeytan tüyü) göstergebilime başvurulmuş. İzleyiciye şairlerin hayatlarının baharlarında öldüğü anlatılmaya çalışılmış.

Yılmaz Erdoğan’ın senaryoyu araştırması, yazması ve filme dökmesi 7 yılını almış. Şair yönü ile de tanıdığımız Erdoğan sayesinde, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip ve nicelerini seneler sonra anma imkanı buluyoruz. Filmin vermek istediği mesajı ise Muzaffer Tayyip Uslu’nun “Öldükten Sonra” adlı şiiri oldukça gerçekçi bir şekilde aktarıyor.


Öldükten Sonra

Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan

Muzaffer Tayyip Uslu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder