Kürk Mantolu Madonna
Yoğun iş ve ülke gündemi nedeni ile
yazılarıma bir süre ara vermiştim. Fakat sanat benim içimde öyle
durdurulamaz bir etkiye sahip ki yazıya dökülmek istiyor. Evet,
blogumuzun adı “Görsel Sanat Merkezi” ama bu hafta geç
tanıştığım, kendimi bulduğum ve zihnimde harikulade görüntüler
yaratan (bırakan) bir kitap üzerine yazacağım. Sabahattin Ali’nin
“Kürk Mantolu Madonna”sı…
Öncellikle kitabın usta kalemi
Sabahattin Ali’ye değinip, anmak istiyorum. Sabahattin Ali 25
Şubat 1907’de Gümülcine’de doğdu. İstanbul’da İlköğretmen
Okulu’nu bitirdikten sonra Yozgat’ta bir yıl öğretmenlik
yaptı. 1928’de MEB tarafından Almanya’ya gönderildi. 1930
yılında yurda döndü. 1948’de bir yazısı yüzünden
tutuklandı, üç ay hapis yattı. Sürekli izlendiği için
yurtdışına kaçmak istedi. 2Nisan 1948’de Kırklareli
dolaylarında bir kaçakçı tarafından öldürüldüğü iddia
edildi. Gerçekçi, bireyin iç dünyasına, ruhuna, düşüncelerine
eğilen, depresif, melankolik tarzı ile günümüzde dahi
modernliğini, yeniliğini ve etkinliğini yitirmeyen yani daima
güncelliğini koruyan eserler bıraktı. Eserleri; Değirmen, Kağnı,
Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk adlı öykü kitapları, Dağlar ve
Rüzgar isimli kitapta topladığı şiirleri, Kuyucaklı Yusuf,
İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna isimli romanlar.
Kitabı okumaya başladığınız ilk
andan itibaren onunla bir bağ kuruyorsunuz. Aşk gibi bir bağ.
Bitmesin istiyor ama okumaktan da kendinizi alamıyorsunuz. Ve okumak
için özel bir vakit ayırmak istiyorsunuz. Yani yolda bir yerlere
gidip gelirken okumaya kıyamıyorsunuz. Kitapla buluştuğunuz anda
hiçbir dış kuvvet sizi kitabın dünyasından çekip alamıyor.
Kitap sizi içine alıyor ve yaşatıyor. Evet, kitabı okurken
yaşadığınızı, yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz. Kitabı
okuyan çoğu kişiden duyacağınız söz ise “sanki romanı ben
yazmışım, benim iç dünyamı anlatmış”. Aslında roman, kendi
tarzını oluşturmuş her sanatçıda olduğu üzere yazarın
hayatından izler taşıyor. Romanın ana karakteri olan ve iç
dünyası ile okuyanı kendine bağlayan Raif karakteri, Sabahattin
Ali gibi bir süre Almanya’ya gönderilip orada yaşıyor ve bir
süre sonra geri dönmek zorunda kalıyor. Okuyucu bu açıdan
bakıldığında “Sabahattin Ali kitapta aslında kendi iç
dünyasını kendi yaşadıklarını romanlaştırmış” diye
düşünmekten kendini alamıyor.
Romanın oldukça gerçekçi ve asla
yaşlanmayan bir dili var. Bireyin iç dünyasına ait aforizmaları,
dil kullanımı, imajinasyona yönlendiren anlatım şekli ile roman
adeta görsel, ruhsal ve sanatsal bir şölen. Dünyayı, insanları,
hayatı ve en önemlisi kendi iç dünyanızı sorgulamayı bırakıp,
öylesine yaşamaya başladıysanız, “Kürk Mantolu Madonna”
size duygularınız olduğunu, dünya üzerinde yalnız olmadığınızı
hatırlatacak ve size can suyu verip yaşama döndürecek.
Roman üzerine aktarmak istediğim çok
fazla olgu var. Fakat en iyisi onun size kendisini anlatması…
Kitaptan alıntılar:
“ İnsanlara ne kadar çok muhtaç
olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu”
“İnsanlar birbirlerini tanımanın
ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs
etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça
birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar”
“Ben gene eskisi gibi dünyadan uzak
ve daima tasavvurlarımın ve iç dünyamın bir oyuncağıydım”
“Zaten küçüklüğümden beri
saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak
isterdim”
“ – Berlin’de yalnızsınız
değil mi?
- Ne gibi?
- Yani… Yalnız işte… Kimsesiz… Ruhen yalnız… Nasıl söyleyeyim… Öyle bir haliniz var ki…
- Anlıyorum, anlıyorum… Tamamen yalnızım… Ama Berlin’de değil… Bütün dünyada yalnızım… Küçüklükten beri …
- Ben de yalnızım… Boğulacak kadar yalnızım… Hasta bir köpek kadar yalnız…”
“Muhakkak ki bütün insanların
birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene
farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi”
“Ben dünyadan ziyade kafamın içinde
yaşayan bir insanım… Hakiki hayatım benim için can sıkıcı
bir rüyadan başka bir şey değildir…”
“Kendimi herkesin akıllısı veya
duygulusu yerine koymak istemiyorum. İç ve gül!”
“Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak
lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey
ilave ediyorlardı. Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni
kemirmekten başka ne yapıyordu?”
“Her şeyi, her şeyi, bilhassa
ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı…”
Sanatla kalın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder