Şimdi Kelebek Uyandın mı?
Filmin Öyküsü
Yılmaz Erdoğan'ın gerçek
kişilerden ve olaylardan yola çıkarak senaryolaştırdığı Kelebeğin Rüyası,
Zonguldak'ta yaşayan, iki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun hayatlarına dokunuyor. Modernleşmekte olan Zonguldak’ta memuriyet hayatlarını
sürdürürken, bir yandan da sanatla, edebiyatla ve en çok da şiirle iç içe
yaşamaktadırlar. Genç Cumhuriyet ülkesi, bir yandan modernleşme çabasındayken,
aynı yıllarda II. Dünya Savaşı yaşanmaktadır. Belediye Başkanı'nın kızı
Suzan'ın Zonguldak'a geri gelmesiyle Rüştü ve Muzaffer iddiaya girer. Suzan
için şiir yazacaklar ve Suzan'ın en çok beğendiği şiiri yazan iddiayı
kazanacaktır. Henüz lise öğrencisi olan Suzan, çevrenin istememesine rağmen iki
gençle yakın arkadaş olur. Fakat 1940'lı yılların vebası olan verem, iki şiir
sevdalısının da genç yaşta ölümüne sebep olur.
Çekimler Zonguldak ve İstanbul'da
gerçekleştirilen yapım aynı zamanda Zonguldaklı madencilere ve mükellefiyet
kanununa da değiniyor. Oyuncu kadrosunda Yılmaz Erdoğan'a Mert Fırat, Kıvanç
Tatlıtuğ, Belçim Bilgin, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan, Farah Zeynep
Abdullah gibi genç-usta pek çok isim eşlik ediyor.
Karakterler Hakkında Bilgi
Filmde Yılmaz Erdoğan'ın orta
yaşta bir edebiyat öğretmeni olarak canlandırdığı Behçet Necatigil aslında
1941'de henüz 25 yaşında olan genç bir edebiyat öğretmenidir. Varlık Dergisi'ndeki
ilk şiiri ise 6 yıl önce yayınlanmıştır. Yılmaz Erdoğan’ın şair Behçet
Necatigil karakteri naif esprileri ile filmi yumuşatıyor ve mesajlar veriyor.
Mert Fırat’ın canlandırdığı Rüştü
Onur 1920 doğumlu bir Türk şairidir. 22 yaşında veremden hayatını kaybeden
şair, hastalığının şiddetlendiği 1941-1942 yıllarını iş ve hastane arasında
geçirmiştir. Zonguldak M. Çelikel Lisesi’nde bir sene öğretmenlik yapan Behçet
Necatigil ve yakın arkadaşı şair Muzaffer Tayyip Uslu ile birlikte Zonguldak’ta
çıkan dergi ve gazetelerde ve İstanbul’da yayımlanan Değirmen mecmuasında şiir
ve yazılar yayımlamıştır. Sağlığı kötüleşince İstanbul’a giderek
Heybeliada’daki Senatoryumda tedavi görmüş ve bu sırada tanıştığı, aynı kurumda
tifodan yatmakta olan Mediha Sessiz ile nişanlanmıştır. Aynı yıl İstanbul’a
giderek nişanlısının evine yerleşmiş. Nişanlısının 3 ay sonra tifodan ölümü
üzerine kendi durumu da ağırlaşmış ve Beşiktaş’ta Şair Leyla Sokak’taki evinde
2 Aralık 1942'de yaşamını yitirmiştir.
Kıvanç Tatlıtuğ’un canlandırdığı
Muzaffer Tayyip Uslu 1922 doğumlu bir Türk şairidir. Zonguldak'ta lise öğrenimi
sırasında Behçet Necatigil'in öğrencisi olmuştur. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ndeki yüksek öğrenimini yoksulluğu ve
hastalığı nedeniyle sürdürememiş ve Zonguldak'ta çalışmak zorunda kalmıştır. O
da arkadaşı Rüştü Onur gibi 1946 yılında veremden ölmüştür.
Filmle ilgili detaylar
- Tarihi Akdeniz Gemisi'nde,
tasarım, üretim ve uygulaması Türkiye'de gerçekleştirilen ve kullanılan ilk
hareketli kamera sistemi Wirecam kullanılmış.
- Heybeliada'daki çekimler için
güneşli bir sonbahar gününde set karlarla kaplanmış.
- Özel efekt çalışmaları için 60
kişilik bir görsel efekt ekibi çalışmış.
- Hastane idari personeli, tıbbi
personel ve hastaların kostüm ve aksesuarları döneme uygun olarak üretilmiş,
250'nin üzerinde yardımcı oyuncu havadan ve denizden gerçekleşen çekimlerde
görev almış.
- 7 senedir kapalı olan
Heybeliada Sanatoryumu film için yeniden restore edilmiş.
-Çekimler 105 günde tamamlanmış.
-Kelebeğin Rüyası, 2013 Los
Angeles Türk Film Festivali'nin de açılış filmi olarak seçilmiş.
Film ismini bir tao hikayesinden
almıştır. Hikaye kısaca şöyledir; Chuang Tzu rüyasında bir kelebek olduğunu
görür. Uyandığında ise kendisini rüyasında kelebek olduğunu gören Chuang Tzu
mu, yoksa rüyasında Chuang Tzu olduğunu gören bir kelebek mi olduğuna karar
veremez. Filmde Suzan karakterine bu hikayeyi Muzaffer anlatır. Rüştü’nün ölümü
üzerine Suzan, Muzaffer’e; “Kelebek uyandı mı şimdi” diye sorar.
Kıyafetler, olaylar ve mekanlar
dönemin ruhunu izleyiciye geçiriyor. Maden işçileri ve Mükellefiyet kanununa
değiniliyor. Maden işçilerinin o zaman ki koşullarını gözler önüne serilirken
adeta günümüze de göz kırpıyor. Zengin ve yoksul halk arasındaki zıtlığı
pekiştirmek için dönemin büyük problemi olan verem, tifo gibi hastalıklar en
gerçekçi hali ile aktarılıyor. Çoğu kişinin düzgün beslenememekten
hastalıklarının ilerlediği iletiliyor. Yani yaşadıkları kalitesiz hayat sonucu
çoğu kişi hastalanıp ölüyor. İzleyici, halkın o dönemde ne derece uç noktalarda
yaşadığını anlıyor. Zengin çok zengin, fakir ise tam fakir…
Muzaffer Tayyip ve Rüştü Onur’un
hayatları boyunca hiç dolma kalemleri olmamış. Kaldı filmde kurşun kalem ve
daktilo sevdalarına olan vurgu bu yüzden yapılmış.
Zengin kesimin daha çok spora,
dansa yöneldiği ve hastalıklar hakkında tam bilgileri olmadığı için fakir
kesime ucube gibi davrandığı, hor gördüğü resmediliyor. Fakir kesimin ise
çektiği sıkıntılar sebebi ile daha çok şiire ve sanata yöneldikleri
anlatılıyor. Maddi açıdan yoksul ama sanatsal açıdan oldukça zengin oldukları
vurgulanıyor. Bir şair için her şeyin şiirin bahanesi olduğunu da hatırlatıyor.
Acı, sıkıntı, aşk, hastalık, ölüm ve hatta anne bile…
Şairlerin işsiz olarak kabul
edildiği bir dönem. Fakat Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip için şairlik o kadar
önemli ki Rüştü’nün mezar taşına Muzaffer “Şair”i ekliyor. Şiir ve edebiyat
aşkının insana neler yaptırabileceği izleyiciye gösteriliyor. Öyle ki Muzaffer
Tayyip’in iş yerinden daktilo çalıp işten kovulmayı bile göze alıyorlar. Şiir
yazmak için güzel ve zengin bir kız seçip iddiaya giriyorlar. Şiirlerinin
yayınlanması için verdikleri çaba gözler önüne seriliyor. Yani izleyicilere “Şair”
sıfatının onlar için önemi aktarılıyor. Arkadaşlıklarının da yine her şeyin
üstünde olduğu anlatılıyor.
Filmin sonunda Muzaffer Tayyip’in
defini sahnesinde uçuşan pamukçuklarla
(diğer isimleri ile pisipisi, şeytan tüyü) göstergebilime başvurulmuş.
İzleyiciye şairlerin hayatlarının baharlarında öldüğü anlatılmaya çalışılmış.
Yılmaz Erdoğan’ın senaryoyu
araştırması, yazması ve filme dökmesi 7 yılını almış. Şair yönü ile de
tanıdığımız Erdoğan sayesinde, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip ve nicelerini
seneler sonra anma imkanı buluyoruz. Filmin vermek istediği mesajı ise Muzaffer
Tayyip Uslu’nun “Öldükten Sonra” adlı şiiri oldukça gerçekçi bir şekilde
aktarıyor.
Öldükten Sonra
Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan
Muzaffer Tayyip Uslu